3 Ekim 2018 Çarşamba

The Wrestler (2008)







Eski ünü tükenmiş ve gün geçtikçe daha da tükenmekte olan bir amerikan güreşçisinin sade hikayesini izliyoruz. Daren Arenofsky sade bir hikayeyi belgesel sekanslarına rağmen hikayeye,kahramana,zamana ve mekana öylesine bir inançla bağlar ki bizi neredeyse filmi hayatımızdan bir parça gibi görürüz.Steadycam çekimlerle Randy'nin hayatı içerisinde bir belgesel kamerası gibi dolaşırız.Güreş salonunun atmosferini biletli bir seyirci gibi gözlemleriz.Tüm bu değişik temaların,sekansların izleyicide sarsıcı bir etki yaratmasının nedenlerinden birisi de kuşkusuz Arenofsky'nin kullandığı değişik kamera teknikleri.Takip sahnelerinin çekimi için kullandığı bu steadicam çekimler,karakterle birlikte filmin içine sürüklenmemize neden oluyor. Arenofsky'nin kamerası karakterlerin inançlarına,hayata bakış açılarına dalıp onların yaşadığı acıları,endişeleri,sevinçleri, bilhassa duygularını daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor. Ayrıca steadicam ile takip ettiğimiz bu karakterlerin, bir bilinmezliğe yolculuk edişine de heyecanla tanık oluyoruz. Steadycam çekimler ve bazı sahneler Dardenne kardeşlerin filmi (1999)Rosetta'ile bir bağlantı kurmayı arzu uyandırabilir sinama severlere.Rosetta filmi de sıradan bir hikayeyi sade bir anlatım tarzı ile seyirciye sunuyordu.Bana kalırsa Aronofsky'nin en başından beri arzusu,amacı Holywood'da bir Avrupa filmi yapmak.Bunun izlerini tüm filmlerinde görebilirsiniz.Ayrıca özel efektler, filmlerin inanılırlığını yitirdi diyorsanız Arenofsky'nin gözünden bir güreşçinin dünyasını ve oluşturduğu bu özel efektsiz yalın atmosferi görmenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

Kahramanımız sahne adıyla Randy (The Ram)çok sevmediği gerçek ismi ile de Robin Ramzinski. Randy seksenlerdeki şaşalı yıllarına geri dönebilmek için elinden geleni yapmaya çalışır.Peki neden Randy'nin hayatı kötüye gitmiştir?Eşi ve kızından ayrıdır,kirasını zar zor ödeyebildiği bir karavanda yaşamaktadır,eski ünü ve şöhreti kaybolmuştur,amerikan güreşinin popülerliği erime noktasındadır,güreş dışında ek iş olarak markette çalışmaktadır.Ve burada Aronofsky'nin sihiri devreye girer ve  filmi izlerken kahramanla öyle bir bağ kurmamızı sağlar ki adeta onu kendimiz olarak görürüz.Kaybeden tarafı tutma içgüdümüzle Randy'e adeta sarılırız,hem kendine hem hikayesine.Nette bir yerde gördüğüm şu söz aklıma geldi.Ayağıma takılan taşların hepsini ben dizmiş olamam.Ve Ayn Rand'ın bir sözü;''En büyük suç hakedilmeyen suçu kabul etmekdir.'' ve böyle bir şey kendinize olan güveninizi kırar.Tam bu noktadadır Randy,kendi özbenliğini korumakla,suçluluk duyguları arasında sıkışmıştır.

Burada Aronofsky'nin kullandığı teolojik sembollere yüksek anlamlar,altmetinler açmaya çalışmayacağım çünkü filmde kullandığı teolojik sembolleri kahramanla özdeşleştirmemiz için kullandığını sanmıyorum.Evet Randy'i İsa yerine koyuyor ama ''İsa mı?bak!işte buda benim İsam'' der gibi.Dahası Aronofsky burada Randy'i bir antikahraman olarak kullanıyor.Randy peşinden gidilmesi uygun biri değildir.Örnek alınabilecek biri değildir.Kızı ile olan randevusuna uyuşturucu alıp felekten bir gece çaldığı için gelmeyi unutup kaçıran Randy'e Hz.İsa olarak inanmamız biraz ironik olur heralde.Peki Aronofsky bize ne anlatmaya çalışıyor bu filmle?Mümkün olana duyulan bu lanetli iştahtan doğan başka raslantısallık veya kader yoktur.Kurtuluşumuz için gerekli olanlar teoriler,öğretiler,her ne kadar hemen yanı başımızda olsada iyi ya da kötü arasındaki seçimlerimiz daha önceden belirlenmiş bir çizgide ilerleyebilir.Yanlış hayat doğru yaşanmaz de su testisi su yolunda kırılır de ne derseniz deyin...Aronofsky olağan dışı hiç bir süprize yer vermediği bu hikayede hayatın gerçeklerini yüzümüze tokat gibi vurmak istemiş.Seyirciyi öyle olmaması gerekirdi dedirtme .Randy kalp krizinden sonra çıkmaması gereken bir maça çıkıyor ve ringde Randy atlayışıyla kapanış?Ve Son?Randy öldü mü? Bilmiyoruz.Gerçeklerin gözyaşları vardır.Hayal kırıklığı gerçekliğin başlangıcıdır. Acıtabilir, üzülebilir, hatta bir süre için bunaltabilir, ama bir aldanışın ölümünden başka bir şey değildir.Bu son değil, başlangıçtır.Bir hikâyenin en büyük isteği,amacı kendine ait bir kavramla bir mit yaratmaktır.Ve bunu fazlasıyla yapıyor Aronofsky The Wrestler'da.Büyük bir anlatı,kendisini anlamaya mahkûm eder.2018 den beri bu yazıyı düzenlemeye çalışıyorum.Bu film beni kendisini anlamaya mahkum etti.Sizi edebilir mi?Bilmiyorum.İzleyin görün.

O YOKSA HERŞEY CANSIZ

bir tek o can yok...            herşey cansız....